Bir müminin hayat anlayışı kesinlikle diğer insanlarınkinden farklıdır. Hayata dair ne varsa vahiy ekseninden okur ve öyle değerlendirir. Kendisine verilmiş bütün nimetlerin gerçek sahibinin kendisi değil Allah (cc) olduğunu bilir. Mümin, kendisine verilmiş tüm nimetlerin bir imtihan sebebi olduğuna iman etmiştir. Çünkü, müminlerin hayatı  yaşamadaki amaçları  şu ayetin direktifi doğrultusundadır; "De ki: “Benim duâ ve yakarışlarım, namaz, zekat, oruç, hac ve kurban başta olmak üzere bütün ibadetlerim, kısacası hayatım ve ölümüm, yalnızca âlemlerin yegâne sahibi, efendisi ve Rabb’i olan Allah içindir!” Sadece O’nun rızasını kazanmak için ve yalnızca O’na yönelerek duâ ve ibâdet ederim; ancak O’nun egemenlik ve otoritesine boyun eğerek yaşarım ve ancak O’nun uğrunda canımı veririm! O’nun (Allah’ın ne Zatında ne icraatında ne de şeriatında asla) şeriki yoktur. Bana böyle (iman etmem) emrolundum.” (En'am, 162-163) 

Tüm özel ibadetlerin yanında can dahil hayatın tamamı Allah içindir.  O halde Allah'ın kendilerine verdiği her ne varsa Allah yolunda feda/kurban etmekten asla imtina etmezler. Zira Allah için feda edilmeyen şey heba olur. 

İnsana verilmiş telafisi olmayan nimetler vardır örneğin ömür/zaman gibi, gençlik gibi, sıhhat gibi... En kıymetli sermayemiz bize verilen zamanımızdır. Dünyaya geliş ile birlikte artık geri sayım başlıyor. İstemli ya da istemsiz zaman, bir buz misali eriyor. Salih amel ile doldurulsa da doldurulmasa da tükeniyor. Verilen hayat süresi ya heba ya da feda oluyor. Merhameti bol olan Allah (cc), en büyük sermaye olan hayatın sonunda kimlerin hüsrana uğrayıp, kimlerin kurtulacağını net bir şekilde beyan etmiştir. Asr (zaman) suresinden okuyoruz; 

"1. Akıp gitmekte olan zamana, asra andolsun ki,  

2. İnsanoğlu gerçekten ziyandadır! Ve insanlık tarihi buna şahittir. 

3. Ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, bu imana yaraşır güzel ve yararlı davranışlar ortaya koyan, birbirlerine hakkı hukuku, adâleti, doğruyu ve gerçeği öğütleyen ve zulme karşı verdikleri mücâdelede birbirlerine güç ve cesaret vererek, bu yolda karşılaşacakları zorluk ve sıkıntılar karşısında ümitsizliğe kapılmadan, yılgınlığa düşmeden direnmeyi öğütleyenler müstesna. İşte yalnızca bunlardır, hüsrandan kurtulup —dünyada ve âhirette— kurtuluşa erecek olanlar." (Asr suresi). 

Akıp giden zamanı tutabileceğimiz (faydalı geçirebileceğimiz) formül surede verilmiş şöyle beyan edilmiştir; 

a.İman etmek 

b.İmanın gereğini yapmak (Salih amel) 

c.Allah'ın emirleri yaşansın diye mücadele etmek (emri bil maruf) 

d.Allah'ın kötü dediği çirkinlikleri engellemek için mücadele etmek (neyhi anil münker). Kurtuluşun reçetesi olarak sunulmuş, bu çizgi de geçmeyen bir ömrün boşuna tüketildiği için heba olup sahibini hüsrana uğratacağı haber verilmiştir. Sonuçta, ömürler ya Allah'a kurban ediliyor ya da hevaya! Bitmeyen, tükenmeyen bir ömür var mı? Zaman durdurulabiliyor mu? Ne uğruna kurban verildiği/tüketildiği ne kadar önem arz ediyor? 

Gençlik! 

İnsan için büyük sermaye ve aynı zamanda verilen ömür sermayesinin içinde  en verimli zaman dilimi. Gençlik de tutamadığımız, istemediğimiz halde elimizden kayıp giden bir nimet. Gençliği verene feda edilmezse heva uğrunda heba olur. Heba olunan her nimetin ahirette karşılığı HÜSRANDIR!  Allah Rasulü (Sallellahu Aleyhi ve Sellem);

"Kıyamet günü kul, şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe ayakları bastığı yerden ayrılamaz: 

-Ömrünü nerede harcadığından  

-Gençliğini nerede tükettiğinden, 

-Malını nerden kazanıp nereye harcadığından, 

-İlmiyle ne amel işlediğinden. " (Tirmizi) 

Ömrün, gençliğin, malın ve ilmin hayattayken ne uğruna ve kime   kurban edildiği(!) önemlidir. İki sonuçtan biriyle yüz yüze gelinecek. Ya kurtuluş ya hüsran! 

Kurban! 

Öylesine bir hayvan kesip mangal partisi yapmak elbette değildir. Kurban, insana verilmiş olan her türlü nimetin, asıl sahibine feda edildiğinin resmidir. 

Kurban; Heba olmamak için feda olmanın temsili eylemidir. Kurban gitmemek için kurban olmanın çabasıdır. Kurban; inanmışlığın, adanmışlığın ve ilahi sevginin fiilen ispatıdır. "İnanmak" ve "Sevmek" ucunda fedakârlık olan iki büyük iddia. İddiasında yalancı olan ile sadık olanlar ancak ve ancak olaylar karşısında ortaya çıkarlar. Ayeti kerimede "iman" iddiasının ispata muhtaç olduğu açıkça ifade edilmiştir. Okuyalım;  

"İnsanlar, “Biz Allah’a ve âhiret gününe inanıyoruz!” demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını ve kolayca cennete ulaşacaklarını mı sanıyorlar? Oysa ne kadar da yanılıyorlar! Doğrusu biz, onlardan evvelkileri de (çeşitli musibetlerle) denedik. Allah, (imtihan sûretiyle imanında) sadık olanları da muhakkak ortaya çıkaracaktır, yalancı onları da elbette ortaya çıkaracaktır.”  (Ankebut, 2) 

İddianız, gösterdiğiniz fedakarlıklarla ispata muhtaçtır. İmtihandan geçmeden kimin doğru kimin yalan söylediği anlaşılmaz. Yalnızca söylem değil niyetinle birlikte eylem gerekir. "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" demiş büyükler. İman iddiasının ispatının olması gerektiğinden, İnsanlara hayat kitabı olsun diye gönderilmiş Kuran'da müşahhas örnekler verilmiştir. Hz. İbrahim (as) ve ailesi bu örneklerden biridir. Kur'an'ı kerimde heba olmamak için feda olanların ve feda edenlerin örneklerindendir İbrahim (as) ve ailesi. O'ndan evladını kurban etmesi istenmişti; O, kurban etmekten oğlu İsmail’e kurban olmaktan imtina etmemişti. Çünkü İnsan, hayatında en büyük bedelleri sevdası uğrunda öder. Zira gerçek sevginin ölçüsü, fedakârlıktır. Fedakârlık sınavını vermemiş bir sevgi, kuru bir iddiadan ibaret kalır. Hz. İbrahim (as) önce, yaşadığı toplum cahiliye (İslam dışı) bir toplum olduğu için, şöyle demişti; 

"İbrahim, “Ben Rabbimin emriyle, inkârda direterek azabı hak eden bu toplumu terk ederek, Rabbime kulluk yapabileceğim ve insanları buna çağırabileceğim başka bir yere hicret edeceğim. Hiç kuşkusuz O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.” dedi." (Ankebut, 26). Allah'a olan muhabbeti uğruna yurdunu yuvasını terk etmişti, Allah'ın uğruna feda olsun demişti ama imtihan henüz bitmemişti. Daha sonra ihtiyar yaşlarında kendisine bahşedilmiş biricik oğlunun kurban edilmesi istenmişti kendisinden. Bu konu ilgili ayette şöyle beyan edilmiştir; 

"İsmail, İbrahim’in yanında yürüyüp koşacak ve denileni anlayıp uygulayacak çağa ulaşınca, babası onu karşısına aldı ve “Sevgili yavrum!” dedi, “Ben, üç gecedir üst üste rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum. Sen de bilirsin ki, Peygamberlerin rüyası Allah’tan gelen açık bir emirdir ve mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Bir düşün, sen ne dersin buna?” İsmail hiç tereddüt etmeden, “Sana Allah tarafından emredilen neyse onu yap, babacığım! Benim için endişelenme. Göreceksin, Allah’ın izniyle buna sabredeceğim!” dedi." (Saffat, 102). Gönüllerde Allah'a olan iman ve sevgi birinci sırada olunca- ki olmalıdır- ancak o zaman diğer sevgililer en sevgiliye hiç düşünülmeden kurban verilebilir. İbrahim (as) ailesinde bunu açıkça görüyoruz. Hacer'in çölde oğluyla yalnız kalmayı kabullenişinde. İbrahim'in (as) oğlunu kurban etmeye götürüşünde ve İsmail'in teslimiyetinde, Allah'a inanmanın ve adanmanın/kurban/ feda olmanın açık örnekliği vardır. 

Nitekim Allah'a adanmayan ömürler de bitiyor!  Allah yolunda harcanmamış gençlik de geçiyor! Allah'a feda edilmeyen evlatlardan da ayrılınıyor. Allah yoluna harcanmamış mallar da terk ediliyor vb... 

Yine bir Zilhicce ve yine her mü’min İbrahim'i bir eylem için, İbrahim rolünde! İsmail, İbrahim için kalbinde değerli/sevgili/önemli bir varlık! Sevgiliyi, en sevgiliye feda eylemidir kurban! İbrahim'i  bir rol de; sevgiliyi tespit edip onu  temsilen, en sevgiliye koçu kurban eylemektir. Aksi halde adres şaşarsa kurban değil heba olunur. 

Sahi İsmailler tespit edilmemişse neyin bedeli olarak koç kurban edilecek? 

Modern yaşam biçimine feda edilen İslami yaşantının yerine hangi kurbanlık bedel olabilir dersiniz? 

Hayat kitabı olsun diye gönderilmiş kitabın (KUR'AN) ayetleri dünyaya feda edilirken "Kurban kes" emrinin karşılığında hayvan boğazlamak! Uzun lafın kısası kurban olunmadan kurban kesilmiyor vesselam. 

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !