Sevgi duygusu Allah'ın (cc) kulları için bahşettiği çok özel ve önemli bir duygu nimetidir. Hiçbir nimet boşuna yaratılmamıştır, duygular da öyle. Nimetin yaratanı (Malik-sahip) Allah olunca, nasıl ve nerede kullanılacağına hükmeden de yalnızca O'dur elbette.

İman edenler için sevgi sıralaması hiç kuşkusuz Allah (cc), sonra Resulleri (sav) ve sonrada izin verdiği ölçüde yaratıklarıdır. Hiç kimse ve hiç bir şey Allah (cc) gibi ve Allah (cc) kadar sevilemez. Bu duygularda şirk kapsamında olur ki affı yoktur."İnsanlardan kimi, Allah’tan başka eşler tutarlar. Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenlerin ise, Allah sevgisi her şeyden üstündür. O zalimler, azabı görecekleri zaman, bütün kuvvetin Allah’a mahsus olduğunu ve Allah’ın da şiddetli azap sahibi olduğunu bir bilseler." (Bakara;165)

Sevgi konusunda ikinci sırada gönderdiği elçi gelir. O (cc) gönderdiği için severiz. O (cc) seçtiği için, O (cc) sevdiği için ve sevin dediği için sevilir elçiler. Duyguların yeri kalptir ve her eylemin menşei de kalpte olan duygulardır.

İbni Kayyım der ki; hakolsun batıl olsun her fiilin / eylemin esası sevgi teşkil eder.Hak olsun batıl olsun her fiilin / eylemin esası sevgi olduğuna göre: Dinî fiillerin / eylemlerin esası Allah ve Rasûlünü sevmek, dinî sözlerin esası Allah ve Rasûlünü tasdik etmektir. Allah ve Resulünü tam sevmeye engel olan ve bu sevgiyle çatışan her istek veya tam imanı engelleyici her türlü şüphe ya imanın esasıyla çelişir ya da onu zayıflatır. Peygamber sevgisi imandan neşet eden bir sevgidir ve imanın doğal bir sonucudur. Diğer bir önemli husus da şudur; Allah’ın sevgisini kazanmak isteyenin yolu Peygambere itaatten geçer. "De ki: -Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, merhamet edendir." (Al-i imran,31) Allah'ın kulunu sevmesinin şartıydı O'na itaat etmek. Peygamber sevgisi, tercih değil iman etmenin zorunlu bir sonucudur... Asıl mesele sevebilmek, sevgiyi ispat edebilmek yani gerçekten sevmektir. Sevgi kuru bir iddia değildir. Sevgi ispat ister. Sevgi fedakârlık ister. Seven sevdiğinin sevdiklerini de sever. Seven sevdiğinin kıymetini bilir. Ya vefa? Vefa sevgiden uzak düşünülebilir mi? Sunulan sevgi laftan öteye geçemiyorsa sevilen bu sevgiyi kabul eder mi? İnanır mı bu sevgiye!? İman edenlerde Peygamber sevgisi duygu  kaynaklı değil iman kaynaklıdır dedik işte delili; "De ki: -Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden konutlar size Allah’tan, Resulünden ve O’nun yolunda cihad dan daha sevgili ise Allah’ın (azap) emri gelene kadar bekleyin! Allah fasık topluma yol  göstermez" (Tevbe,24)

Peygamber sevgisinin imandan olduğunu belirten delillerden biri de şu ayeti kerimedir;
"Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha üstündürler." (Ahzap,6)

Candan daha üstün, daha aziz bilmek imandan doğan sevginin neticesi. Candan aziz bilmek nasıl olurdu? Nasıl olması gerekirdi? Gönüllere tıkıştırılan bir yığın gereksiz nefsani sevgilerin içerisinde iman kaynaklı sevgiler can çekişiyorsa, o kalpte iman yaşar mı?!

Biz ve onlar! Hepimizin sevgisi terazinin bir kefesine, onlardan birinin sevgisi diğer kefesine konsaydı tartabilir miydik?

O'nu sevenlerin ilklerinin her hitapların başında "Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü" cümlesi yer alırken laf olsun diye söylemiyor canlı örnekliğini sergileyerek sevgiyi ispat ediyorlardı. Mesela köle olan Zeyd.bin Harise'ye " serbestsin denildiğinde"  " Vallahi babam dahi olsa sana tercih etmem ya Resul Allah" diyerek gitmemişti.

Mekke fethinde Müslüman olan Ebu Kuhafe'nin oğlu Hz. Ebu Bekr ağlıyor, soranlara ise "Keşke babamın yerinde  Ebu Talip olsaydı da benim sevincimi  Hz Muhammed (sav) yaşasaydı." diyordu.

Mesela;  O'n a olan sevgimizin, O'na güvenmemize gücü yetiyor mu?.

Miraç hadisesinde Seven bir kalbin tavrı cümlelere şöyle dökülmüştü. Müşrikler hadiseyi duyunca soluğu Hz Ebu Bekrin yanında alırlar.“–Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler.  “–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimal yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi... Hayreti, mantık ölçüleriyle ölçmemişti. Bunu aklım almıyor dememişti. O inanmış ve sevmişti. O'nun nefsinden bir şey konuşmayacağına inanıyordu. Sevenin tavrıydı bu.

O'nun (sav) Konuştuklarını tartışmaya açanlar, sünnetini hafife alanlar, dünyalık bir makam sahibinin yanında ön ilikleyip "bey, efendi" diye hitap edenler Peygambere sıra gelince " O da bir insan" diyerek babasının oğlundan bahis eder gibi bahsedenler, sevgi yalancılarıdır.

Mesela O'na olan sevgimizin fedakarlığa gücü yetiyor mu? Esir düşen bir yiğitti Hubeyb bin Adiy. Ona, mızraklar saplanmaya ve kılıçlarla eti doğranmaya baş­lanmıştı.

Bu sırada Kureyş'in ileri gelenlerinden biri ona yaklaşıp :

«—Sen kendin sağlam ve ailen arasında rahat bir halde olduğun halde, Muhammed’in senin yerinde olmasını ister misin?» dedi.

İşte sadece burada, Hubeyb bir fırtına gibi kıpırdanmaya çalışıp katillerine karşı :

«— Vallahi, Muhammed'e bir diken batırılması karşılığında bile, dün­ya rahatına kavuşmayı ve çoluk çocuğumun arasında olmayı istemem» diye haykırmıştı. O sözler ki he­nüz Müslüman olmamış Ebû Süfyan'ın ellerini çırparak ve dehşet için­de şöyle diyordu;«— Muhammed'in ashabının, Muhammed'i sevdiği gibi, başkası­nı seven hiç kimseyi görmedim!...».

Hangi birini örnek verelim ki; işte zor günden zorlu bir günden bir kare Enes İbn Malik’in amcası Enes Bin Nadr; Uhud savaşında sarsılmayan yiğitlerden biriydi. Sad İbn Muaz (ra) onu ilerlerken görüyor ve künyesiyle hitap ederek soruyordu. Ey Ebu Amr nereye? Şöyle cevap veriyordu:

"Ya Sad, Cennet kokusunun hasretini duyuyorum. Uhud’da onu hissediyorum." Bir diğeri zifaf gecesinden çıkıp Uhud’a yetişiyor

Nesibe'dir adı yiğit kadının. O'nun (sav) yanında savaşması için düğüne gönderir gibi üç oğlunu ve eşini yolcular Uhud’a, yetmiyor kendisi de dahil oluyor. Sahi zihinlerine kapital, hayatlarına rahatlık hakim olan şimdinin biz takipçilerinin yüreklerindeki sevginin gücü yeter mi bu fedakarlıkları anlamaya?!

Mesela O'na olan sevgimizin söylediklerine şeksiz itaate gücü yetiyor mu? Hani O'nu seven bir yürek şöyle demişti ya " Ya Resulallah, biz yüzme bilmeyiz ama sen denize dalarsan yemin olsun biz de seninle dalarız". O'nun söyledikleri, kendi mantık ölçüsüne uymadığı zaman pervasızca kelam etmeye sahip bir yürek bunu anlayabilir mi? Hiç sanmıyorum! Mesel; O'na olan sevgimizin gücü, Mekke'mizi terk etmeye yetiyor mu? Ya da işaret ettiği Habeşistan bile olsa yollara düşürüyor mu? Yüreğine kondurduğun (!) sevgi, çağın aldatıcı modern boyalarından O'nun sünnetine hicret ettirebiliyor mu?

Gerçekten sevdik mi?

O vefat ederken bile İslam davası için yürüyün işareti veriyordu. Usame bin Zeyd'in ordusu vefattan sonra bağırlarına, acının taşını basarak İslam davası yer yüzüne hakim olsun diye işaret ettiği yere yola çıkmıştı. İslam davası için yürüyen bir Peygamber’e oturan bir ümmet nasıl yetişecek?! Yüreğinde taşıdığın Peygamber sevgisi, kavuşmak adına yollara düşürmüyorsa adını sen koy bu sevginin (!)

Gerçekten sevdik mi?
Hani veda hutbesinde "Bu iş artık size emanet, sözümü işitenler işitmeyenlere ulaştırsınlar" demişti ya! O'nun sözlerini duymayanlar duysun diye yerinden kıpırdamayanların sevgi iddiası nasıl bir iddiadır?!

Gerçekten sevdik mi?

Biz bu çağın inananları şöyle bir iç alemimize doğru yolculuğa çıkıp yüreklerimize tıkıştırdığımız sevgiler arasında O kutlu elçinin sevgisi nerede duruyor diye test etsek ve cevap bulabilsek şu önemli soruya " GERÇEKTEN SEVEBİLDİK Mİ?"

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !