Masa-yı Esma Sohbetleri    

Dahası için www.ufkumuz.com İbrahim Sadiyani'nin çalışmasına ulaşabilirsiniz...

 

 

 

 www.ufkumuz.com.

 

 


≈ SABİHA ATEŞ ALPAT ≈

 

Masa-yı Esma (İsimler Masası)’da konuk ettiğimiz ilk isim, “Zamanın Zeynebi” sıfatını ülkemizde kurumsallaştıran, fakat samimî söylemek gerekirse, bu sıfatı da en çok kendisi hakkeden bir isim: Zamanın Zeynebi – Kocaeli Duyarlı Hanımlar Sosyal Yardımlaşma Derneği (ZEYNEP – DER) Genel Başkanı Sabiha Ateş Alpat.
 
     1964 yılında Doğu’nun ücrâ ve soğuk bir köşesinde dünyaya “merhaba” diyor, Sabiha Ateş Alpat...
 
     Kars diyorlar adına... Soğukmuş; içleri sıcacık olan insanları üşüyormuş... Bu yüzden böyle garip bir ismi varmış şehrin. “Qerıs” imiş aslı ismin. Kürtçe; “üşümek” demek...
 
     O’nun ilk çığlıkları sıcaklık getirmiş, ısıtmış geldiği evin içini, ısıtmış yeni ferdi olduğu aileyi...
 
     Qerıs... Otuz yılı aşkındır hâlâ çehresi değişmemiş, Doğu’nun yetim şehirlerinden biri... Kafkasya’nın en güney eteklerinde, Kürdistan’ın en kuzey eteklerinde, “üşüyen şehir” Qerıs... Sırtına dağlar yüklemiş erkeklerin dağlardan da büyük dertleriyle, şiir kokulu kadınların mısrâ mısrâ bakan gözleriyle, “güneş görmeyen sularda” yıkanan çocukların cennet kokulu nefesiyle ısınan şehir, Qerıs... Şâirin mısrâlarına işlediği gibi tıpkı:
 
     “Selam olsun bahara
     çiçekler açmış memleketimde
     kuşlar cıvıl cıvıl ötmekte
     özlemin sarısıyla vuslatın mavisi kucaklaşmışlar
     ekinler yemyeşil bu yüzden
     dört yön beş vakit çıkmıyor aklımdan söylediklerin
     ‘benim yazarım’
     haykırdım eteklerinde yankılansın diye
     yüklenmiyor dağlar sevginin emanetini de
     şimdi çırılçıplak ortasındayım kavganın
     çırılçıplak, yani suskun ve kalemsiz
     ben Kafkasya eteklerinde geçireceğim bu kışı
     sırtımı Allahuekber dağlarına yaslayacağım bu mevsim
     sevdiceğim kapama gözlerini
     üşürüm sonra.”
 
     Çocukluğu zor şartlarda geçiyor, Kars’ın Digor ilçesinde hayata adım atan küçük Sabiha’nın. Annesiz büyüyor...
 
     İlkokula adım atana kadar annesizliğin anlamını pek bilmiyor ama. Tâ ki, okulda “Anneler Günü” kutlaması yapılana kadar. Anlamını bile bilmediği bir şeyin kutlamasını, boynu bükük bir şekilde yaşıyor, öksüz kız.
 
     “Anneler Günü” kutlaması, okulu sevmemesi için yeterli sebep oluyor küçük kızın. Bir de, “maymundan gelindiğini anlatan” dersi unutmuyor. İçinden yükselen itiraz, sessiz bir çığlıkla kulaklarını çınlatıyor. O dersten sonra, “Biz kimiz?”, “Nereden geldik?” sorularıyla ablasını, ailede nazı geçen büyüklerini adetâ bıktırıyor. Anne nedir bilmeyen küçük kıza okulda “Anneler Günü” kutlaması yaptırılınca, o bunun şokuyla annesini zihninde canlandırmaya ve anlamlandırmaya çalışırken bir de derste öğretmenleri “bizler maymundan gelmişiz” deyince, daha ilkokuldayken nefret ediyor okuldan.
 
     Okumayı seviyor, ama okulu sevmiyor. Ders çalışmaktan hoşlanıyor. Başarılı bir öğrenciliği oluyor. Herşeye rağmen, okulda oldukça başarılı bir öğrenci. Öğretmenlerinin her dediğine  hemen “tamam” diyen bir yapısı yok ama itirazları hep sessiz. Yüreğinin kabulsüzlüğüyle yetiniyor.
 
     Ortaokula başladığı zamanlarda sağcılık ve solculuğun dehşet verici savaşının ortasında buluyor kendisini. Okul adetâ savaş alanı; okuldan başka herşeye benziyor. Ülkücülüğün hâkim olduğu bir aile ortamında büyümüş ama hiç ülkücü biri olmamış, buna rağmen ülkücü aileye sahip olmanın sıkıntısını çekerek sürdürüyor ortaokulu. Ağabeyi ülkücü ve böyle olduğu için dayak yiyor solculardan. Okul küçük Sabiha için bu terör yüzünden çekilmez hale geliyor. Sınıfta öğretmenlerin notları tamamen ideolojik. Can güvenliği yok. Her geçen gün, bir talebeyi vuruyorlar. Cidden çok sıkıntılı günler, ortaokul günleri...
 
     Liseye kendi  isteğiyle gitmiyor, haliyle. Sebep, okulların durumu. Ciddî anlamda  saldırılar artıyor; marketleri, oturdukları ev, karşıt görüşlüler tarafından bombalanıyor. Sonra  küçük kardeşi kaçırılıp öldürme tehdidi alıyor babası; derhal ne var ne yok, yok pahasına satıp çıkıyorlar memleketten... 1978; Elvedâ Qerıs... Ayrılıyorlar “üşüyen şehir”den; küçük kız henüz 14 yaşındayken; annesiz... “Anne Üşürüm Yokluğunda” (Demet Tezcan)...
 
     Memleketten çıktıktan 2 yıl sonra, 1980, 12 Eylül askerî darbesi!... “Our boys have done it / Bizim çocuklar işi becerdi” (Paul Henze) ya da “O. K. Musti, Türkiye Tamamdır”!... “Valla Kurda Yedirdin Beni”, “Viva la Muerte” (Alev Alatlı)...
 
     Kocaeli’ye yerleşiyorlar, merkez ilçe İzmit’e. Bir müddet sonra şehrin, bir Karslı için oldukça “kapitalist” olan havasının sürüklemesiyle halı firmasında çalışmaya başlıyor Sabiha Hanım. Uzun bir müddet çalışıyor burada.
 
     Kitaplarla arası, tâ çocukluğundan beri hep iyi: “Cin Ali” ile başlayan kitap okuma sevgisi, okul sıralarında “Red Kid”ler, “Teksas”lar ve eline geçen her tür kitapla devam ediyor. İlk okuduğu ideolojik kitabın adı, “Gittim ve Gördüm” diye bir kitap. Yazarının, komünist bir rejimle yönetilen Sovyetler Birliği’ne gidip Sibirya’da çektiklerini dile getirdiği bir kitap... Bir gün, İstanbul’da misafir olduğu bir yakınımın evinde, gözü yine kitaplara takılıyor Sabiha Hanım’ın. Kitaplıkta  “İman Esasları” diye bir kitap dikkatini çekiyor. Elindeki “pembe dizi” kitabını bırakıp, onu okumaya başlıyor.
 
     Ne acı?! Yığın yığın kitap okumuştu ama Allâh (cc)’ı anlatan, Peygamber (saw)’i anlatan kitaplardan haberi bile yoktu!... Biri bitti öteki derken, artık okuduğu kitapların rengi değişmeye başlıyor...
 
     İslamî kitaplarla haşir neşir oldukça, hayatın sonunun “son” olmadığı yer ediyor kendisinde. Yani, âhirete inanmaya başlıyor.
 
     İşinden ayrılıyor. O günden sonra, hayatta farklı bir bakış ile yürüyüşe başlıyor. Kendini daha bilinçli bir şekilde “Müslüman” olarak tanımlıyor.
 
     İslamî hayata başladığının üzerinden 3 yıl geçmişti ki, bütün hayatını altüst eden, hayata bakışını tamamen değiştiren, kalbinde ve beyninde “devrimlerin en büyüğünü” gerçekleştiren asıl kitapla tanışıyor: Üstâd Ebû’l- Âlâ el- Mewdudî’nin “Qûr’ân’a Göre Dört Terim” adlı kitabı...
 
     Sabiha Ateş Alpat, büyük üstâd Mewdudî’nin “dört terimini” okuyana kadar, İslam’ın bir hayat tarzı olduğunu, kurulu beşerî sistemlerin “L” ile red edildiklerini kavrayamamıştı. Demek ki okuduğu kitaplar, genelde âmel ve ahlak içerikliydi; İslam’ın ferdî ve ahlakî boyutuyla sınırlı anlatıldığı kitaplardı. Mewdudî’nin kitaplarıyla tanıştıktan sonra Sabiha Ateş Alpat, İslam’ın sadece bireysel ibadetlerden veya ahlakî – içsel bir takım düzenlemelerden, toplumda anlamları sembolik düzeye indirgenmiş kimi ritüellerden ibaret bir dîn olmadığını, tüm zamanları ve mekânları kuşatan cihanşümûl bir dîn olan âzîz İslam dîninin belli bir dönemle ve belli bir coğrafyayla sınırlı olmayan, hayatın tüm alanlarını kuşatan, bireysel, sosyal, iktisadî ve siyasî tüm alanları düzenlemek için âlemlerin Râbbi Allâh tarafından gönderilmiş, ahlakî davranışlardan cemiyet hayatına, toplumsal ve ekonomik hayattan siyasal erke kadar tüm alanlarda düzenlemeler içeren, “ritüeller dîni” değil gerçek anlamda bir “hayat tarzı, yaşam modeli” olan bir dîn olduğunu öğreniyor.
 
     Hindistanlı büyük İslam âlimi Mewlânâ Ebû’l- Âlâ el- Mewdudî’nin sadece Hind Yarımadası’nda değil, tüm İslam dünyasında büyük bir düşünsel devrim gerçekleştiren “Qûr’ân’a Göre Dört Terim” adlı ölümsüz eseri, aynı devrim ateşini, “üşüyen şehrin kızı” Sabiha Ateş Alpat’ın kalbinde de yakıyor.
 
     Bütün hayatı altüst olan ve dünyaya bakışı tamamen değişen Sahiba Hanım, Tewhîdî düşünce ile, İslam’ın hakikatleriyle yeni tanışan herkesin yaşadığı sarhoşluğu ve “sersem olma” durumunu yaşıyor. Roman yazıp Tewhîdî hakikatleri düşündürtmek  istiyor ilk başlarda. “Kitap yazmak” fikri böyle doğuyor ve bu şekilde de başlıyor.  
 
     Elhamdulillâh; iyi ki de doğuyor böyle bir fikir: Büyük iddiâlardan uzak, felsefik değil, fakat gerçeğin ta kendisi olan hayatları dile getirmiş, hissetmediği şeyleri yazmaktan daimâ kaçınmış bir kalemle, hepsi de biribirinden kıymetli 12 esere imza atıyor. Kendi ifadesiyle, “yüksek edebiyat derdinde olmayan, mütevazi, 12 göz nûru”:
 
     1. “Ana Yüreği” (Beka Yayınları)
     2. “Ölüm Çiçekleri” (Beka Yayınları)
     3. “Zamanın Zeynebi” (Beka Yayınları)
     4. “Sarsılmadan Uyanmak” (Beka Yayınları)
     5. “Kardeş Kurşunu” (Beka Yayınları)
     6. “Yozlaşmış Duygular” (Beka Yayınları)
     7. “Güneş Doğudan Doğar” (Beka Yayınları)
     8. “Evladımı Geri Verin” (Beka Yayınları)
     9. “Modernizmin Kurbanları” (Beka Yayınları)
     10. “Sılâya Hasret” (Beka Yayınları)
     11. “Kûr’ân’ın Gölgesinde” (Beka Yayınları)
     12. “Zûlüm Yağdı – Burası Irak” (Çıra Yayınları)
 
     “Evlendiğimde daha 3 yaşındaydım” diyor Sabiha Ateş Alpat. İslamî bir kimliğe kavuşalı daha üç sene olmuştu çünkü, evlendiğinde. Evliliği, kaçınılmaz olarak, İslamî anlayışı ile geleneksel anlayışın savaşını uzun bir müddet yaşıyor. Gelin gittiği evde, eşi hariç, herkes O’nun “yeni bir dîn icad ettiğini” söylüyor...
 
     Fakat boş durmuyor; diğer hânımlarla birlikte “ev dersleri” organize ediyorlar. Bu “ev dersleri”, 2004 yılına kadar devam ediyor.
 
     2004, “hayatının en anlamlı yılı” Sabiha Ateş Alpat için. Bu tarihte, kendisi için de özelliği çok olan “Zamanın Zeynebi” adlı kitabının adıyla “Zamanın Zeynebi” derneğini kuruyor. Derneğe, kitabının ismini veriyor. Yedi yıldır güzel çalışmalarını kesintisiz sürdüren ve kısa adı ZEYNEP – DER olan “Zamanın Zeynebi – Kocaeli Duyarlı Hanımlar Sosyal Yardımlaşma Derneği”, halen ilk günkü heyecanıyla hizmet vermekte. Derneğin bir de web sitesi var; 
www.zeynepder.org ... 
 
     Yine 2004 yılında Anadolu Radyo"
anadoluradyo."da başladığı “Zamanın Zeynebi Olmak” adlı radyo programının yapım ve sunuculuğunu 7 yıldır aralıksız sürdürüyor. Azerîce, Türkçe ve Arapça bilen Sabiha Ateş Alpat, aylık Özgün İrade dergisinin “Özgün Aile” ekine de yazılarıyla katkıda bulunuyor. Zaman zaman çıktığı  seminer ve konferans programlarıyla da hem ülkeyi hem de gittiği yöredeki halkı tanıma gayretiyle, annesiz başlayan ama tüm gençlere “annelik” yapan dolu dolu hayat öyküsüne kaldığı yerden devam ediyor. “Tevhid Ekseni” adlı kitap çalışmasını da yayına hazırlamakla meşgul şu anda. “13. göz nûru” da yolda yani; buradan müjdesini verelim sevenlerine...
 
     Yabancı dil olarak Arapça’yı kişisel gayretleriyle öğrenen, kitaplarını Türkçe olarak yazan Sabiha Ateş Alpat, radyo programlarında, seminer ve konferanslarında ise bambaşka bir dil kullanıyor; “gönül dili”... Bizimle sohbeti de bu dilde yapıyor:

 

 

1 – Cumhuriyet tarihi boyunca 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin isim, asimilasyon amaçlı olarak değiştirildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
 
     Bismillah...
 
     İnsanoğlunun dünya serüveni ile imtihan süreci başladı. Adalet ile zûlmün, hak ile bâtılın, iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin savaşı hep var olageldi. Tarihi incelediğinizde despot, zâlim insanların, yönetimi ele geçirdiklerinde her zaman politikalarından biri de “asimilasyon politikası” olmuştur. Her dönemde farklı sebepler olsa da genel mantığı, “sömürü ve zûlümlerinin devamı için halkları köklerinden koparmak, geçmiş ile bağlarını kesmek” olarak yorumluyorum. Bu konuyu Qûr’ân-ı Kerîm bize şöyle özetliyor:
 
     “İş başına geçince yeryüzünde kargaşa ve bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli mahvetmeye çalışırlar. Oysa Allâh kargaşa ve bozgunculuk çıkarmayı kesinlikle sevmez.” (Baqara, 205)
 
     Kendinden başkalarına tahammülü olmayanların işinin bu olduğunu Qûr’ân bu âyetiyle beyan etmiştir. Bakın hem böyle yapıp, yani insanların dillerini yasaklayıp yaşadıkları yerlerin isimlerini değiştirip, hem de yaptıkları inkâr ve değiştirmeyi, asimile etme politikasını medeniyetin, çağdaşlığın, ilerlemenin sebebi olduğunu iddiâ etmeleri de yine aynı sûrede şöyle bildirilmiştir:
 
     “Onlara ‘Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın’ denildiği vakit, ‘Biz yapıcı,  düzeltici kimseleriz’ derler. İyi bilesiniz ki, asıl onlar bozguncuların tâ kendileridir, fakat bunun farkında değildirler. İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların tâ kendileridir, fakat bunun farkında değildirler.” (Baqara, 11 – 12)
 
     Onlara, “Gelin yeryüzünde, yaşadığımız ülkede bu fitneyi, bu fesadı yapmayın” dendiğinde de verdikleri karşılığı yine âyetten okuduk. Anadiline özgürlük isteyen, köylerinin gerçek isimlerini geri isteyen insanlara da bunlar aynı cevabı vermiyorlar mı? Ayrıca sadece köy isimleri mi, ne değişmedi ki? Değişen sadece isimler olsaydı işimiz kolay olurdu, öyle değil mi?! Türkiye’nin tarihini geçmiş ile kıyaslayın, değişmeyen ne kaldı?! Birçokları bunu “medeniyet” olarak değerlendiriyor. Bunca halkı ağlatan, mutsuz kılan, çocukların hayatına kast eden, konuştukları dilleri yasaklayan, yaşadıkları şehir ve köylerin isimlerini zorla değiştiren, etnik kimliğini ve varlığını red eden, aslını inkâr etmeye zorlayan, köklerinden koparıp başka biri olmaya zorlayan medeniyetse, ben medeniyetsiz kalmayı tercih ediyorum.
 
     2 – Haritadan silinen isimlerin geri alınması için başlatılan imza kampanyası için düşünceleriniz nelerdir? Ve siz neden imzaladınız?
 
     Yeterli olmasa da olması gereken bir mücadele. Umarım duyurulabilinir. Zira işlerine gelmediği zaman, en yüksek perdeden çıkan sesler bile işittirilemiyor. Haksızlığa karşı hiçbir şey yapmamak, haksızlığa ortak olmak değil midir? Haksızlığa karşı susmamak adına  imzaladım.
 
     3 – Sabiha Ateş Alpat, siz sıfırdan bir köy kursaydınız, ona ne isim verirdiniz?
 
     “Yolcu” koyardım... Dünyada bir “yolcu” olduğumuzu, yürüyüş halinde olduğumuzu, asıl mekânın burası olmadığını hatırlatması bakımından. “Kulluk yürüyüşünün” gündem / güncel olması adına...
 
     4 – Ülkemizin en çok hangi şehrini seviyorsunuz ve en çok neyini seviyorsunuz?
 
     Tek bir isim vermem herhalde zor olacak. Fakat Doğu’nun sade, asimile olmayan, şehir gürültüsüne kurban gitmeyen şehirlerini bu yönüyle seviyorum. Büyük şehirlerin kapitalist yönü ve genel anlamda bencil yaşam biçimlerinden dolayı bana cazip gelmediklerini ifade edebilirim.
 
     5 – Nehirler yönünden oldukça zengin olan ülkemizde, en çok hangi nehrimizin ismi hoşunuza gidiyor?

 
     Dicle... Sınır tanımayan akışından etkileniyorum. Önüne yapılan setlere rağmen taşmaların önlenemediği bu nehir, Mezopotamya topraklarını sulaması bakımından, bana hep dayanmayı, direnmeyi ve mazlumun yanında olmayı hatırlatır.
 
     6 – Desem ki, ben de ikinci bir Sabiha Ateş Alpat olmak istiyorum, bana ilk yapacağınız uyarı ne olurdu?

 
     Tebessüm ettirdiniz bana... “İyi düşün” derdim! Siz yine de “Sediyani kardeşimiz” olun. Smiley
 
     7 – Dünyadaki 6 milyar insana aynı anda hitab etme şansınız olsaydı dünyaya neler söylemek isterdiniz?
 
     Böyle bir imkân elime geçse, hiç kuşkusuz gündemi Tewhîd ile değerlendirirdim. Zira tüm zûlümlerin sona ermesi, her kesimin “kendi” olarak özgürce yaşamasının Tewhîd’den başka adresi olmadığına inanıyorum.
 
     Ufkumuz.com ailesine teşekkürlerimi, selam ve dûâlarımı iletiyorum.
  
 
 

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !