yaziklar Olsun Size

EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu

Nureddin Şirin'in Yazısı...

 

 
Yazıklar Olsun Size, Nuray Canan Bezirgan'dan Ne İstiyorsunuz...?
07 Şubat 2010 Pazar

Bir grup Çeçen mülteci kardeşimizle birlikte kurmuş olduğu İmkander adlı dernek vasıtasıyla ülkemizdeki Çeçen kardeşlerimize şefkat ve kardeşlik elini uzatmak için tüm gücünü zorlayarak geceli gündüzlü çaba sarf eden Nuray Canan Bezirgan bacımızın bir süredir başına gelenleri ibretle izliyoruz...

Yıllar öncesinde, başörtüsü mücadelesinde karşılaştığı zulüm ve zorbalıklar zihinlerimizde hala canlı dururken, şimdi de mazlum Çeçen kardeşlerimizin yardımına koşmak için sergilediği onur dolu çabalarının bedelini ağır ödüyor.

Çıktığı bir televizyon programında “Atatürk"ü sevmiyorum” dediği için bırakalım azgın Kemalistleri, neredeyse “Müslüman”lar tarafından bile linç operasyonuna maruz kalan Nuray bacımız, belki daha çok “İmam Humeyni"yi seviyorum” dediği için bütün bunlarla karşılaşmıştı…

Eğer o günlerin arşivleri ne kısaca bakacak olursak ne denli ağır hakaret ve suçlamalarla karşılaştığını bir kez daha göreceğiz. En başta kullanılan “provakatör” nitelemesi nerdeyse herkesin dilindeydi. Ancak, sadece küstah Kemalistlerin mi? Bundan dolayı hayatı kendisine ve ailesine zehir etmeye kalkanlar onlar mıydı?

Eşi Ömer Bezirgan"ı çalıştığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi"nden atanlar CHP"li belediye yöneticileri miydi? Öyle ya, kendisinin “provokatör”lükle suçlanacak bir sözü olmadıysa da, Nuray Canan Bezirgan"ın eşi olması yeterliydi atılması için. Çünkü Reel-Politik amentüsünde bu gibi “aykırılık”lara geçit verilmeyecek, açlık ve sefalet kapanına atılmak pahasına da olsa kapılar sonuna kadar böylelerine kapatılacaktı…

Cezaevinden çıktıktan sonra iş bulabilmek için çalmadığım kapı kalmamıştı. Aynı davadan yargılanıp cezalandırıldığımız bir arkadaşın İstanbul Belediyesi"nin Ağaç AŞ kuruluşunda “hükümlü kadrosu”ndan işe girdiğini öğrendiğimde, biz de belki buralarda bir bulabilir ümidiyle, şimdi hükümet partisinde en etkili milletvekillerinden biri olan, birlikte nice ortak anıları paylaştığımız “eski bir dost”umuzun kapısını Meclis"teki kapısını çaldığımızda, “senin ne Belediyede ne de yan kuruluşlarında bir işe girmen mümkün değil, biz de bu konuda bir şey yapamayız, çünkü senin adın belli” şeklinde karşılık almıştık. Yasal olarak “hükümlü kadrosu”ndan işe girmemizde herhangi bir engel olmadığı halde sadece isimden kaybediyorduk: Kendisine “ister paspasçılık, ister süpürgecilik olsun fark etmez, bir iş olsun çalışırım” dediğimizde de “YAŞ” kararları dolayısıyla ordudan atılanların Refah-Yol hükümeti döneminde Belediyelerde istihdam edilmesinin yol açtığı kriz örnek verilerek, “bir daha böyle krizlere meydan vermek istemiyoruz” denilmişti...

Onun için Nuray Canan Bezirgan kardeşimizin eşinin Belediyedeki işine niçin derhal son verildiğini anlamak zor değil.

Çalışma alanı Çeçen mülteciler olduğu için doğal olarak, İstanbul"daki Kumkapı yabancılar şubesi sürekli uğrak yeri olmak durumunda. Zira, ülkemizde bulunan bir avuç Çeçen kardeşimize dünyayı dar etmeyi çok iyi biliriz biz. Her ne kadar onlar “Biz Türkiyeli kardeşlerimizi her zaman yanımızda hissettik, Türkiye"yi kendi evimiz gibi biliyoruz” deseler de, "Rus-Kadirov reel politiği" onların suratına bir şamar gibi inmekte, çoğu kez kendilerini Kumkapı"daki yabancılar şubesinde bulmaktalar..!

Niçin, ikametleri olmadığı için, niçin, Türkiye"de yasa dışı bulundukları için, niçin Rusya ve Kadirov kuklası Türkiye"ye baskı yaptığı için…!

Bir keresinde, küçük çocuğu trafik kazası geçirdiği için hastanede bulunan bir Çeçen hanım, oğlu ayakları alçıda olduğu halde, ikameti olmadığı için polis tarafından hastaneden götürülüp önce Avcılar polis karakolunda üç gün ağır ve onur kırıcı şartlar altında nasıl bekletildiğine bizzat tanık olmuş, daha sonra Kumkapı"daki Yabancılar Şübesi"ne götürülen bu hanımın İmkander"in yoğun çabaları ile evine, çocuğunun yanına dönmesine tanık olmuştuk.

Nuray Canan kardeşimiz hasta çocuklarıyla birlikte Kumkapı Yabancılar Şübesi"nde tutulan başka bir Çeçen annenin sorunlarıyla ilgilenmek, çocukların tedavisine yardımcı olmak için Şube yollarını aşındırırken bu kez “usulüne uygun olarak” bir kuvvet uygulamasıyla karşılaşıyordu. Zira, onların sürekli şubeye gelip gitmesinden görevlilerin canları sıkılmıştı…

İyi de, bu hükümet ve ilgili tüm merciler, gayri meşru işlerden dolayı gözaltına alınıp şubeye götürülen kadınların içinde dört çocuklu bir Çeçen aileyi uzun zamandır “misafir” etmekten yorulmadılar mı? "İkameti yok" gerekçesiyle mazlum Çeçen kardeşlerimizin ensesinde solumak onların vicdanlarını hiç kanatmadı mı..?

Nuray Canan Bezirgan kardeşimizin suçu Çeçen kardeşlerimizin acılarını dindirmek için koşuşturmak değil sadece. Kafkasya"da özgürlük mücadelesi veren mücahidleri savunmak Türkiye Reel-Politiğine uygun düşmediği için başka bir “aykırılık” daha yapmış oluyordu. Dağlardaki mücahidlerin yanında çarpışma imkanı olmasa da hiç olmazsa onların hakkı ve onurlu mücadelelerini savunmak, onların ailelerinin, yetimlerinin gözyaşlarını dindirmek bir kardeşlik borcuydu, namus borcuydu…

Kadirov denen hainin, Moskova"nın paralarıyla yaptırdığı "Mescid-i Dırar" misali camilerin ihtişamı ülkemizdeki bir takım sözde Müslüman aydınların, yazarların, televizyoncuların gözlerini kamaştırırken, gözleri dağlara dikmek, dağların yiğitlerine selam göndermek, onların zaferi için duacı olmak gibi bir “suç” derneğe yapılan tehditleri, şantajları, karalama ve yıldırma çabalarını da beraberinde getiriyordu...

Nuray Canan kardeşimiz tüm bunlara inat, Hz. Zeyneb misali bir taraftan mazlumların yardımına koşmaya çalışırken, zamanın zalim ve zorbalarına karşı hakkı haykırmaktan geri durmuyordu…

Bir Erbain gününde, bir kez daha hatırlayalım Hz. Zeynebi…

Kerbela"nın kana bulanmasının ardından geride kalan şehid yavruları vardı; kadınlar, çocuklar, küçücük yetimler vardı. Hüseyin"leri doğrayanlar onların kaldıkları çadırları yakmaktan da geri durmamış, ellerindeki kırbaçları o kadınların ve çocukların sırtlarına indirip duruyor, göğün karardığı, yerin kızardığı o kanlı çöl, şehid yavrularının çığlıklarla yankılanıyordu…

Babası Ali, anası Fatıma olan Zeyneb ise, tüm bu zulümlere bir kadın başına direniyor, sahipsiz, yardımcısız, sığınaksız kalmış o yavruları kanatları altına almaya çalışıyor, kendi sırtına yediği tekmelerin acısı bir yana, şehid çocuklarına bir şey olmasın diye kendini onların üzerine atıyordu…

Ellerine zincir vurulmuş esirler kafilesi önünde Kufe"ye girdiklerinde karşılaştıkları en ağır hakaret, üzerlerine toprak atıp “hariciler” iye kendilerine bağırılması olmuştu… Peygamberin Ehl-i Beyti olsalar da, Ali"nin Fatıma"nın yadigari, Kerbela"da doğrananların geride kalanları olsalar da suçluydular… Acaba onların eline zincir vurup esir edenler, üzerlerine toprak atıp hakaret edenler Bizans"tan gelenler miydi? Erkeklerini kılıçtan geçirip kadınlarını ve çocuklarını tekmeleyip dövenler Konstantiniyyeli miydi…?

Hz. Zeyneb, esir kafilesiyle birlikte kondukları bir harabede namaz kılmak için doğrulduğunda acısından tekrar yere düşmüştü; zira bedeninin her tarafında tekme yarası, kırbaç yarası vardı. Ancak oturduğu yerden kılabilmişti namazını. Kadınlar, çocuklar, yavrular aç ve susuzdular, bir avuç ekmek verdiklerinde, Hz. Zeyneb kendi payını o çocuklarla paylaşmıştı… Yetimliğin acısının yanında hiç olmazsa aç kalmasınlardı…

O çocuklar biraz kendilerine geldiklerinde “Hala Zeyneb, babam nerede?” diye sorduklarında Hz. Zeyneb “baban sefere gitti, gelecek yavrum!” dediğinde biraz olsun avutmaya çalışıyordu.. Kim gelecekti? Kim dönecekti seferden? Başı bedeninden ayrılan Hüseyin mi? Kolları kopan Abbas mı? Kana bulanan Kasım mı, Ekber mi? Zeyneb"in önüne getirilen oklanmış oğulları mı? Habib mi, Zuheyr mi? Kim dönecekti çıkılan seferden, kim doğrulacaktı kızıla dönmüş Kerbela"nın kanlı topraklarından..?

"Her yer Kerbela, Her gün Aşura…"

Nuray Canan Bezirgan kardeşimiz şehidlerin yavruları üzerine şefkat kanatları germeye çalışırken, birileri de kalkıp o kanatları kırmak için yapmadığı saldırıyı bırakmıyor? Velfecr sitesine bacımızın yazılarına gelen bazı yorumlarda “ne işi var onun dernek işlerinde? Niçin erkeklerin işlerine karışıyor? Otursun evinde, çocuklarıyla ilgilensin..!” gibi küstahça sözler yazmaktan geri durmuyorlar…

Öncelikle, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birlerinin velisidirler, marufu emreder, münkerden nehy ederler” buyuran Rabbimizin kitabına inandığını, “Müslümanların dertleriyle ilgilenmeden sabahlayan benden değildir” buyuran Peygamberimize ümmet olduğunu iddia eden sizler, eğer sizde bir zerre olsun "ar damarı" var ise, hadi buyurun bu bacılarımızın yaptıklarını onlardan önce siz “erkek”ler yapın…! Hadi siz koşun mazlumların yardımına, siz indirin kanatlarınızı yetimlerin üzerine, siz tutun ellerinden, siz silin gözyaşlarını..! Bilgisayarın karşısına geçip klavyenin tuşlarına basarak Müslümanlık taslayan utanmaz “erkek”ler siz neredesiniz..?

Hakkın ve mazlumların savunması uğruna her tür eziyet ve zulümle karşılaşan bir hanımla uğraşmaktan, onun önünü kesmeye çalışmaktan daha onursuz ne olabilir? Nasıl bir Müslümanlık, nasıl bir insanlıktır bu..? Zorba tağutların yapamadığını siz mi yapmaya yeminlisiniz? “Müslüman mısınız siz?” diye sormayacağım, eğer bir parça insanlık ve onurdan nasibiniz varsa, bari susmasını bilin…!

Ne zamandan beri, Müslüman bir kadını İslami mücadeleden alıkoymaya, onun faaliyetlerine engel olmaya, onun kol ve kanatlarını kırmaya çalışmak “Müslüman”ların işi oldu..?

Ne yani, sizin işinize mi karışıyorlar? Hani o çok anlı şanlı işleriniz, rahmet ve şefkat dolu mücadeleniz, yardımseverliğiniz, durmak bitmek bilmeyen gayretleriniz…

Öyle mi..?

Buyurun “sizin bu ülkede işiniz olamaz” deyin. Buyurun, tutun elinden atın dışarı! Önce derneğin kapısına kilit vurun sonra da elinden tutup ülkenin dışına atın…

Belki de bunun için uğraşıyorsunuz…!

Acaba tüm bu olup bitenlerden Aziz ve Muntakim olan Allah"ın gafil olduğunu mu düşünüyorsunuz…?

İlahi adalet yok mu sanıyorsunuz..?

Gün geldiğinde bir takım yüzlerin öne eğileceğini bilmiyor musunuz..?

Nuray bacı, çektiğiniz tüm bu acılar, gördüğünüz onca eziyetler, yediğiniz ağır dayaklar, duyduğunuz incitici sözler bir “ar” değil, bir “zül” değil, bir “kayıp” değil…

Hz. Zeyneb"in Yezid"e karşı söylediği şu sözler herkese yeter:

“Ey Yezid!

Bizi aç ve sefil bıraktığına, bizim varlığımızı tehlikeye soktuğuna mı inanıyorsun gerçekten? Bağlanmış ve zincire vurulmuş halimizle huzurunda bizi el pençe divan durdurmakla bizi zavallı tutsaklar durumuna düşürdüğüne ya da bu yolla bizim üstümüzde egemenlik kurduğuna mı inanıyorsun?

Allah katında bizim itibarımızı yitirdiğimizi, gözden düştüğümüzü, buna karşılık sizin de yüceldiğinizi, şereflendirildiğinizi mi düşünüyorsun? Sizin dış görünüşteki başarınızın yüce şerefinizden ya da üstün konumunuzdan ileri geldiğini mi sanıyorsun? Kibirli ve basiretsiz kılığına bakmadan buna mı dikmişsin gözünü? Dünya âlemi elde ettiğine, bütün cihan üstünde nüfuz sahibi olduğuna mı inanmaya başladın yoksa? Dalavere işlerinizin düzlüğe çıktığını ve kendini ülkenin efendisi, devletin de yöneticisi olduğunu mu sanıyorsun?

Bekle, bekle… Cahilin cühelanın aklını çeliyorsun. Allah'ın 'inkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz sürenin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye süre veriyoruz Küçültücü azab onlaradır' (Âl-i İmran: 178) diyen buyruğunu nasıl da unutursun?

Ey Âzâd edilmiş kölelerin zürriyetinden olan!…

Sizin kadınlarınız perdelerin arkasında saklanacak da, Resûlullah'ın kızları, onlar hep tutsak edilecek ve pazar pazar, kapı kapı dolaştırılıp halka teşhir edilecek öyle mi? Bu mu sizin adaletiniz? Bizim hicaplarımızı açtırmakla Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'inin hürmetini gerçekten ayaklar altına düşürdün.

Senin kaprislerin yüzünden kent kent dolaştırıldık. Dağlarda yaşayanların, yol kıyılarında, Pınar başlarında çadır açanlarıyla varlıklısıyla, yoksuluyla, şereflisiyle, şerefsiziyle, yaşlısıyla genciyle herkes, bin bir çeşit insan, uzak demeden, yakın demeden bizi seyretti.

Eli iş tutan bir erkeğimiz yok ki yardıma gelsin, bir yakınımız yok ki imdada yetişsin.

Ey Yezid!

Otur da kendini dinle bir an. Son derece menfur ve dehşet verici olan şu işlerini şöyle bir gözlerinin önünden geçirmen bile kollarının bileklerinden kesilmesini candan istemene ya da anandan doğduğuna pişman olmana yetecektir, çünkü düşünürsen bir an, Allah'ın sana karşı gazaplandığını ve Resülullah'ın sana düşman kesildiğini kavrarsın.

Ey yüce Allah'ım!… Hakkımızı bize geri ver. Bize zulmedenlerden intikamımızı al ve kanımıza girenlerin, yeminlerini bozanların, bütün erkeklerimizi kılıçtan geçirenlerin ve masumiyetimizi kirletenlerin başlarına gazap yağdır.

Ey Yezid!

Gerçekten çok kısa bir zaman sonra bu büyük günahınla birlikte, varisinin kanları henüz ellerinden silinmemiş olarak Resülullah'ın huzurunda bulacaksın kendini. Onların şereflerine ve manevî makamlarına karşı işlediğin suçlar da cabası. Bütün Peygamber sülalesinin bir araya toplanacağı ve onların düşmanlarına hüküm biçileceği bir zamandır bu zaman.

Ey Yezid!

Bu vahşi azgınlığın günahı üstüne, bu katliam üstüne cümbüş yapma. Canlarım hak yolda sebil edenlerin, Allah'ın şanı uğrunda kurban olanların öldüğünü sanmayasın sakın. Hayır, onlar diridirler. Allah katında rızıklanmaktadırlar. Onlar, yaratıcıları tarafından kendilerine bağışlanan yüce şehadetin kutsallığıyla mest olmuşlardır.

Senin defterini dürmek için yalnızca Allah yeterlidir; davacınsa Resülullah olacaktır; ve sana karşı bizim yardımcımız, koruyucumuz da Cebrail olacaktır. Seni devlete başkan yapanlar ve Müslümanların sırtına zorba saltanatını yükletenler çok geçmeden görecekler başlarına nelerin geldiğini. Mezalimin meyvesi ancak nefrettir ve her taşkınlığın ardında bir acı yatar, içinizden hanginiz fark edebilirsiniz, kimin azıttığını, kimin sapıttığını?

Ey Yezid!

Müslümanları facialarla bunaltıp onların gönlünde onulmaz yaralar açtığından dolayı bir anlık pişmanlık duyacağını ummak boşunadır. Bunu düşünmek bir hayalden ibarettir; çünkü sen kalpleri katılaşmış; fıtrattan kokuşmuş, tipleri bozulmuş olanların ve varlıkları hem Allah'ın hem de Resulünün gözünde hiç bir değer taşımayanların takınmadansın. Senin gibilerin kalbine şeytan yuva yapmıştır da murdar yumurtalarını hep oraya yığıp durmaktadır. Gerçekten de senin karakterin Şeytanın en çirkin eserlerindendir.

Ey Yezid!

Bu aşikâr kepazelikleri hala savunacak kadar körsün. Unutma ki, Büyük Mahkeme Günü'nde bu kepazeliklerin cezasını mutlaka çekeceksin. Allah, kullarına asla zulmetmez, biz ancak O'na dayanmaktayız. O'na inanmaktayız. Bizi korumaya Allah tek başına yetecektir; tek sığmağımız O'dur bizim, bütün umudumuz O"nadır..

Gerçek çehreni saklamak istediğin için istediğin kadar hileye başvur. Kitabını bize indiren Allah üzerine yemin ederim ki, siz bizim sahip olduğumuz şeref ve mertebeye asla ulaşamayacaksınız. Ne bize bırakılan mirası ortadan kaldırmaya, bizim ışığımızı söndürmeye gücün yetecek, ne de bize karşı giriştiğin iğrenç ve alçakça hareketlerinle kendi hesabınıza kaydettiğiniz rezaletleri silip yok etmeye gücün yetecektir.”

...

Direniş ve yiğitliğin timsali, sinesi gam ve keder dolu Hz. Zeyneb"e selam olsun…

Onun gibi doğrulanlara, yürüdükçe yürüyenlere, eğilmeden gidenlere..!

velfecr

Yorum Yap

  • Henüz Yorum Yok !